23 Şubat 2013 Cumartesi

TÜRK, TÜRKİYE, TÜRKÇE / Ataol Behramoğlu




    Tayyip Erdoğan çoğu kez yaptığı gibi son günlerde milliyetçilik üzerine söyledikleriyle de toplumun karşısına bir laf bulamacıyla çıkmış oldu.
     Bu laf kalabalığı içinde  ne söylemeye çalıştığını  elden geldiğince iyi niyetle anlamaya çalışırsak, özetle,  etnik milliyetçiliğe(ırkçlığa) karşı  olduğu sonucunu çıkarıyoruz.
     Ulus devletler döneminde  özellikle doğru  doğal bir şeydir bu.
     Fakat  başbakan burada durmayarak ; “kimse karşıma Kürt olarak da  Türk olarak  da çıkmasın” diye devam ediyor.
      Yine iyi niyetle yorumlarsak, bununla da, kimse  kendini öncelikle etnik aidiyetiyle tanımlamasın demek istiyor.
       İlk bakışta pek hoş görünmekle birlikte, tam da burada, birkaç noktada açıklık getirmemiz gerekiyor…

           ***                                   ***                        ***
      Bunlardan biri , Tayyip Erdoğan ve benzerlerinin, etnik aidiyet kavramına karşı çıkarken  dinsel(ve mezhepsel) aidiyet olgusunu öne çıkarmalarıdır.
       Mezhep savaşlarının  mezbahasına dönmüş  Ortadoğu’da ve genel olarak İslam coğrafyasında, laik bir ulus devlet olma yönünde çok önemli yol almış  ülkemizde, ırk ayrımcılığının reddedilip    dinciliğin(ve mezhepçiliğin) baş tacı edilmesi, en az  onun  kadar geri, bilim dışı, en az onun kadar büyük  yıkımlara yol açmış , açmakta ve açacak olan bir başka  felaketin kapısını çalmaktır.
               
   ***                                  ***                       ***
        İkinci nokta, Türkiye ulus devleti içinde  Kürt etnik aidiyetçiliğinin  giderek daha yüksek sesle  dile getirilmekte oluşudur. Türkiye’de bir Kürdistan oluşturma ve onun da ötesinde birleşik bir Kürdistan yaratma hedefinin öncelikli  düşünsel temeli etnik aidiyet kavramı değilse nedir?
   Kürt ya da Türk  ya da başka uluslardan Kürdistan ideolog, politikacı ve yandaşlarının, , ulus devlet olmanın ulusal ekonomi ve dil başta olmak üzere temel koşulları   üzerinde kafa yormaktan çok, bilinen dış desteklere de  güvenerek   işi oldu bittiye getirmek eğiliminde olduklarını düşünüyorum

         ***                      ***                          ***
  Bu yazıda altını çizmek istediğim ve açıklık kazanmasını istediğim  asıl sorun ise, Türkiye başbakanının, daha öncelerde de  dile getirmiş olduğu  gibi “Türk” sözünü etnik bir aidiyetin adı olarak ve sadece bu anlamıyla görmekte oluşudur.
         “Türk” sözcüğü  ulusal bir aidiyetin değil de sadece  etnik bir aidiyetin adıysa ve  bu iddiada bulunan kişi  herhangi biri değil de ülkenin başbakanıysa, ona  kendini bu etnik aidiyetten sayıp saymadığını sorma  hakkımız olacaktır..
         Erdoğan bu soruyu dürüstçe, açıkça yanıtlamalıdır.
         Türk’üm diyorsa, tartışmamızı daha ileri  bir alana, “Türk” kavramının Türkiye gerçekliğinde  neden daha çok ulusal aidiyetin adı  olduğu konusuna doğru geliştiririz…
      Değilim diyorsa, bunu kuşkusuz ki saygıyla karşılar, fakat o zaman da  kendisine şu soruları yöneltiriz:
        “Öyleyse, sadece bir etnik aidiyetin adı neden bütün bir ülkenin adı olsun? Siz ülkemize Türkiye denilmesini gerçekten benimsiyor musunuz? Benimsiyorsanız, bu bir tutarsızlık değil mi? Benimsemiyorsanız, neden dile getirmiyorsunuz? Henüz zamanı gelmediğini düşündüğünüzden mi..?”
      Tayyip Erdoğan’ın kendini hangi etnik aidiyetten sayıp saymadığı umurumda değil. Fakat ülkemizin adı konusundaki düşüncesini dürüstçe açıklamalıdır…

                ***                             ***                             ***
Ve son olarak, Türkçe… 
    Türklük sadece bir etnik aidiyetin adıysa,  Türkçe de bu aidiyetin sınırları  gerisine çekilmek zorunda değil midir?
     Buna bağlı olarak da  bu ülkede ne  kadar etnik aidiyet varsa ya da olduğu düşünülüyorsa o kadar sayıda ana dilde eğitim hakkı olmalı,, böylece de  Anadolu ve Trakya coğrafyasında ayrı ulus devletler oluşturmanın yolu açılmalıdır…
      Bu son söylediklerim bu gün belki kuruntu gibi görünebilir…
       Fakat teslimiyetçi akılla değil de ileriye dönük irdeleyici akılla düşünülürse, pek de öyle olmadığı görülecektir…


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/230213

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.